Öğrenilmiş Çaresizlik
Hacettepe Üniversitesi Felsefe Bölümü eski Başkanı ve Türk Felsefe Derneği Başkanı Prof. Dr. Necati Öner ve Ankara Üniversitesi Eğitim Fakültesi'nden Doç. Dr. Selahattin Öğülmüş; Dr. Ayan'ın araştırmasını incelemiş ve 'tam not' vermişler. Araştırma, psikolojiye has bir terim olan 'Öğrenilmiş çaresizliğin toplumsal olaylardaki varlığını' sorguluyor.
Öğrenilmiş çaresizlik basit bir deneye dayanıyor aslında. Deney genelde olduğu gibi maymunlar üzerinde yapılmış. Bir kafese kapatılan ve aç bırakılan bir maymunun önüne kapıyı açarak yiyeceğe ulaşabileceği elektronik düğmeler konulmuş. Açlıktan ölme aşamasına gelen maymunun uzun bir uğraştan sonra düğmeyi bulup, yiyeceğe kavuştuğu tespit edilmiş. İkinci maymun için yine aynı yöntem kullanılmış; ancak bu kez parmaklıkları açan düğme bilerek bozulmuş. Maymun uğraşıp düğmeyi bulmuş ancak kapıyı açamamış. Deneyin üçüncü aşamasında iki maymunla birlikte hiç deneyden geçmemiş bir maymun birlikte kafese kapatılmış. Daha önceki deneyi başarı ile geçmiş maymun kısa yoldan kafesi açarken, acemi maymun uzun uğraştan sonra başarılı olmuş. Daha önceki deneyde başarısız olan maymun ise önceki tecrübelerinden olsa gerek kafesi açmak için hiç bir çaba sarfetmemiş. Kafesi açmak için hiç bir çaba sarfetmeyen maymunun tavrı "Öğrenilmiş çaresizlik" olarak nitelendirilmiş.
Hayvanlarla kıyaslandığında insanların öğrenilmiş çaresizliği kolay kavranamıyor. Problem çözmeyen, tecrübesiz ve depresyona yatkın kişilerin öğrenilmiş çaresizliğe daha yatkın olduğu da tesbit edilen bilgiler arasında. "Biz adam olmayız!, Memleket battı!" vehimlerinin ve yaygaralarının sıkça duyulduğu, değerler erozyonunun yaşandığı bugünlerde toplumsal çaresizlik üzerine yapılan ve medyanın bu konudaki tavrını inceleyen araştırma hayli ilginç sonuçlar içeriyor. İnsanların ve toplumların ana değerlerinden uzaklaşması ile yabancılaşmanın başgösterdiğini vurgulayan çalışmada ana değerler bilgiye değer verme, ifrat ve tefritten arınma, cesaret ve cömertlik olarak sıralanıyor.
Ana değerlerin deformasyonu ile itibari değerlerin önem kazandığını belirten Dr. Dursun Ayan, "Para, güç, gösteriş, silah ve statü vb. değerler itibari değerlerdir. İtibari değerlerin ana değerlerin önüne geçmesi toplumda moralsizliğe neden oluyor. Bu moralsizlik bir tür yabancılaşma, anormallik ve bozukluk oluşturuyor. Manevi hayat dediğimiz bilgi, değer ve düşünce şekillerinden oluşan dünya zaafiyete uğruyor. Bu zaafiyetin temel nedeni egoizmin toplumun her alanına egemen kılınmasından kaynaklanıyor. Bu erozyonun kendini gösterdiği zamanlarda sahipsiz kalan bilgi, insanları itibari değerlere yöneltiyorsa sonuç itibariyle insanların kendilerine olan güvenlerini, toplumsal birimlerin( millet, ümmet, cemaat, organizasyon aile vb.) sürekliliğini sağlayan dinamikleri öldürmesi insanları çaresizliğe ve ümitsizliğe götürüyor" diyor.
ABD filmlerinin getirdiği yeni imaj
İtibari değerlerin ana değerlerin yerini almasını kentleşme, aşırı nüfus artışı, ekonomik geri kalmışlık gibi nedenlerle birlikte sosyo-kültürel hayatın deformasyonu ile açıklayan Dr. Ayan, Amerikan filmlerinin etkisi ile toplumumuzda 'işbitiren adam' tipinin önem kazandığını vurguluyor: "Bu model insan tipi, insanların kendilerine olan güven duygularını artırmış olmasına rağmen ahlaki değerlerimizi erozyona uğrattı. Gelir dağılımındaki uçurumlar, açık-saçıklık, silah kullanma eğilimi, sivil ifade tarzından uzaklaşma, haksızlığı meşru görecek başarı fikri bu filmlerin etkisi ile topluma yayıldı."
Medyatik bilginin rating telaşı ve politikaya soyunanların oy telaşı toplumsal ve insani gerçeği idrakte bu işi üstlenen insanları özürlü kılması da bir başka önemli nokta. Ayan bunu şu sözleriyle ifade ediyor; "Başkalarının kusuru ile toplumda aksayan işleri, efkarı umumiyeyi gündemde tutan medyatik insan tipi toplumdaki ana değerleri, olumlu işleri, gelişmeleri dikkatten kaçırıp sadece kötü olanı önplana çıkarmaktadır. Bu ise büyük kitlelerin kendilerini çaresiz hissetmesine neden oluyor."
Medyanın kötünün ilamını ilke edinerek bir çeşit oligarşiye neden olduğunu vurgulayan araştırmada, 80 sonrası Türk basınının 4. güç olmaktan çıkıp bütün güçleri, hatta infazı da kendi görevi sayacak cam(objektif) diktatörlüğüne(!) dönüştürdüğü dile getiriliyor. Sansasyonel olanın normal olanın yerini alması ile, toplumun kendine yabancılaşma sürecinin başladığını belirten Dr. Dursun Ayan, "Gazeteci, politikacı, ideolog ve vatandaşın oynadığı rol; tercihlerini medyanın belirlediği körebe oyununa benziyor" diyor.
Olayla olgu arasındaki farkın belirlenmesi gerektiğini, bunun yapılmaması halinde medyanın kendi kahramanlarını oluşturup halkı onlara inandırmaktan başka bir şey yapamayacağının altını çiziyor: "Soğukoluk'u kapattıran bir gazeteci, fahişeliğin ve kadın ticaretinin sözcüsü gibi önümüze konuyor. İyi kağıt karıştıranlar iyi poker oyuncusu gibi karşımıza çıkıyor. Eskiden beri varolagelen şeylerin yeni keşfedilmiş gibi topluma sunulması risklidir. Rüşvet, ilk rüşvet yiyenin tespiti ile bitmemiştir. İSKİ bile medyanın bir başarısı gibi gösterilse de rüşvet verenin dışarda, rüşvet alanın içerde kaldığı bir hukuk hatasından ibarettir. Medyatik bilgide ısrar edenler suçlu insanların( bırakın suçsuz insanları) itibarının zedelenmesine sebep oluyorsa, bir kültürün yokolmasına katkıda bulunuyor demektir. Özel televizyon, renkli televizyon getirelim derken kırmızı bir kan getirilmemelidir." Dr Ayan, kötünün ilamını üstlenen medya mensuplarına mektup ve fakslar göndererek yaptıklarının yanlış olduğunu ve gerekirse açık oturumda bu konuyu tartışabileceğini bildirmesine rağmen bu medya mensuplarının kendisine hiç bir cevap vermediğini söylüyor.
Yabancılaşma ve çaresizlik girdabı
Psikolojiye has bir terim olan öğrenilmiş çaresizliğin toplumsal olayları kapsayıp kapsamadığına dair Türkiye'deki ilk sorgulama Dr. Dursun Ayan'a ait. Psikolog ve sosyologlar bu terimin sosyal olaylar için kullanılmasını doğru bulmalarına rağmen eksik kabul ediyorlar. Çünkü toplumsal çaresizliğin oluşmasını sağlayan birçok sebep var. Ekonomik yapı, gelir dağılımı, popülasyon gibi faktörlerin toplumsal çaresizlik için önemli amiller olduğunu belirten uzmanlar, basının bu konudaki etkisini de yabana atmıyorlar.
Dr. Dursun Ayan araştırmasında yabancılaşmanın, toplumsal çaresizliği peşinden getirdiğini tarihi derinliklere inerek açıklıyor. Ayan dinlerin çaresizliğe yaklaşımı ile başlayan çalışmasının ilk kısmında Allah'ın çaresiz kulu sevmediğini örneklerle anlatıyor: "Kul, Allah'a şirk koşacak kadar çaresiz olmamalı, kendi problemini çözecek kadar da ceht sahibi olmalı. Temel şirklerden biri Duha süresinde olduğu gibi kulun Allah'ın kendisine yardım edeceğinden umudu kesmesidir. Bu nedenle imanı sağlam olanlarda depresyon olmaz. Hz. Musa'nın kavmi ile ilgili problemleri ve Hz. Yusuf'un kuyudan (umutsuzluktan) kurtuluşunun üzerine basa basa anlatılması ilginçtir. Bu anlamda bütün erdemlerinin yanında Hz. Yusuf en güzel umut örneğidir. Ayı zamanda dürüst bir bürokrat örneğidir. Çünkü firavunun hazinelerinden sorumlu. İnşirah Suresi'nde güçlüklerle beraber kolaylıkların da var olduğu anlatılıyor. *****a Suresi'nde 'Namazdan sonra dünyaya yayılın' emri ile toplumsal hayata dinamizm kazandırılmıştır. Kuran'-ı Kerim'de Ali İmran, Yusuf, Hıcr Süreleri Allah'ın çaresiz kulu sevmediğini gösteriyor. Tahrif edilmiş olmasına rağmen İncil'de Efesliler, Tevrat'ta Tekvin bölümlerinde de benzer örnekler mevcut."
Kurtuluş Savaşı'ndan beter durumdayız
Türkler'in tarih boyunca içtimai ve ferdi çaresizliğe bir çok kez düşmesine rağmen bu yeisten kurtulduğunu örnekleri ile anlatıyor Dr. Dursun Ayan. İngiliz ve Amerikan Mandası'nın tartışıldığı Kurtuluş Savaşı'nın içtimai çaresizlik örnekleri ile dolu olduğunu dile getiriyor. Bu gün gelinen noktada ülkemizin Kurtuluş Savaşı'ndan daha beter bir toplumsal çaresizlikle yüzyüze olduğunu belirten Ayan, "O zamanki çaresizlik, halkın varını yoğunu ortaya koyarak mücadele etmesini sağladı. Çünkü çaresizlik dışardan gelmişti. Oysa günümüzde kendi kendimizi bu çaresizlik tuzağına sürüklüyoruz. Şimdi bilgi çok hızlı yayılıyor. Kurtuluş Savaşı'nda manda ve himaye tartışmalarını yapan yayın organları o dönemde her vatandaşın eline kolay kolay geçemiyordu. Eğer bu bilgiler halkın eline geçmiş olsaydı, baltasıyla, küreği ile emperyalizme karşı mücadele veren halkın dayanma gücü nice olurdu?"
Gelenek ve göreneklerimizde de toplumsal çaresizlik örneklerine sıkça rastlandığını belirten Dr. Ayan,"Mesela türkülerimiz ve atasözlerimizde çaresizliğin her türlü örneğini görmek mümkün. Hatta hikaye ve destanlarımız da bile çaresizlik var." Kentleşme süreci ile kente en son gelenin yabancılaşmayı çarpıcı bir şekilde yaşadığını, gurbet türkülerinin, Alamancı Türküleri'nin, 1960'lı yıllardan sonra ortaya çıkan arabesk müziğin çaresizlik mesajları ile dolu olduğuna araştırmasında yer veren Dursun Ayan, 1980'lı yıllardan sonra bu yabancılaşmanın, basının kötünün ilamını üstlenmesi ile birlikte çaresizliğe dönüştüğünü iddia ediyor. Bu sürecin sonuçlarını ise üç ana başlıkla özetliyor: Para, cinsellik, yönetme içgüdüsü..
Parlamentoya saldırı ve darbe davetkarlığı
Toplumun parlamentoya olan güvensizliğini iki nedene bağlayan Dr. Dursun Ayan, parlamenter görevi üstlenen kişilerin tıpkı medyanın içine düştüğü rating endişesi gibi oy hırsı ile hareket ettiklerini iddia ediyor. Oy hırsı ile hareket eden politikacıların çoğu zaman içtimai gerçekleri görmezden geldiğini iddia ediyor. Medyanın "Siyaset kirlendi !" Bu vekillerden adam olmaz!" yargıları ile parlamentoyu küçümseyerek, halkın iradesini yok sayacak tutum içine girmesi ile toplumun demokrasi inancının zedelendiğini iddia ediyor Dr. Dursun Ayan, "Binlerce yıllık devlet kurma, toplumları idare etme geleneğine sahip, hatta Akdeniz'in en genç devletini kurma onurunu haketmiş bir kültürü, onun birim ve birikimlerini birkaç hükümet krizi ile yok saymak medyatik bilginin temel yanlışlarının başında geliyor. Yunanistan'da ondan fazla *****a ve darbe olmasına rağmen bu ülke demokrasinin kaynağı sayılırken iki darbe ile Türk kültüründen demokratik hayat tecrübesini, hakimiyeti milliye geleneğini silmeye kalkmak bence bizzat darbeyi desteklemektir. Bunu, on darbe daha olursa demokrasiyi öğreniriz anlamında söylemiyorum." Dursun Ayan, her çirkinliğin altında medyayı aramak istemediğini özellikle vurgularken, medyanın da bu süreçte önemli pay sahibi olduğunun farkına varması gerektiğini belirtiyor.
Medya, hürriyeti; her şeyi tahrip olarak algılıyor
Toplumumuzdaki huzursuzluğun, güvensizliğin, çaresizliğin nedenini ben iki faktörle açıklıyorum. Birincisi hızlı ekonomik gelişme, ikincisi ise tam hürriyet ve demokrasiye geçiş sürecimiz. Hızlı ekonomik gelişme sonucunda devlet yeterli tedbir alamayınca ekonomik dengesizlikler gittikçe artıyor. Demokrasiye geçiş süreci içinde ise bazı çevreler tam hürriyeti yanlış algılıyor. Bu çevrelerin hürriyet anlayışı kendi görüş ve düşüncesini her alana kabul ettirmeye çalışan bağnaz hürriyet anlayışıdır. Bu anlayıştır ki -medya da bu süreci yaşıyor- toplumsal değerleri hatta ahlaki değerleri bile hiçe sayıyor. Medyanın bu sürece katkısı çok büyük. Medya hürriyeti her şeyi tahrip eden serbestiyet olarak algılıyor. Ancak yine bu krizi kolay aşacağımıza inanıyorum. Kökü asırlara dayanan devlet geleneğimizin varoluşu, sağlıklı felsefi temele dayanan milli ve manevi değerlerimize toplumun büyük çoğunluğu tarafından sahip çıkılması sebebiyle bu sıkıntının aşılacağına inanıyorum. Bu değerlerin bugünlerde dört bir yandan deforme edildiğinin farkında olmama rağmen ümitsiz değilim.
Yorumlar
Yorum Gönder