Zikrin Faydaları

"Kulun Allah'ı zikretmesi, diğer her şeyden daha büyüktür."
"Allah'ı zikir her şeyden daha büyüktür." mealindeki âyeti kerime yi, müfessirler şu manalarla tefsir etmişlerdir:
1- "Kulun Allah'ı zikretmesi, diğer bütün şeylerden daha büyüktür ve daha faziletlidir."
2- Katâde (r.a) demiştir ki, bunun mânâsı "Allah’ın zikrinden daha faziletli bir şey yoktur." demektir.
3- İmam Ferra' ve İbni Kuteybe şu manayı vermişlerdir: "Allah'ı zikir, tesbîh ve tehlîldir. Bu da, kötü ve çirkin işlerden alıkoyma bakımından en büyük şeydir."
4- İmam Vakıdî'nin naklettiğine göre, İbni Abbas (r.a) şu mana ile tefsîr etmiştir: "Allah'ın seni zikretmesi (mükâfatlan dırması), senin onu zikretmenden daha büyüktür."
Bu tefsirlerden anlaşılıyor ki, zikrin iki yönü vardır. Birisi kulluk gö revi bakımından esas olan zikirdir. Kul için, gerçek manada Allah'ı anıp onu yüceltmesinden daha büyük bir fazilet olamaz. Diğeri de, yapılan bu zikir karşısında Allah'ın vereceği mükâfattır ki, bundan daha büyük bir şey olamaz.
Nitekim bir kudsî hadîste şöyle varid olmuştur:
"Kulum beni, kendi nefsinde zikredince, ben de onu zâtımda zikre derim (onu, mükâfatlandırırım). Beni bir topluluk içinde zikrederse, ben de onu, kendilerinden daha hayırlı olan toplulukta (melekler topluluğun da) anarım.’’
Zikri emreden birçok âyet ve hadis mevcuttur. Zikrin faydaları, sevabı ve fazileti konusunda bu kadar âyet ve hadisin gelmesi onun mümin için bir hayat sebebi olduğunu gösteriyor. Zikirle kalplerini ihya eden Allah dostları, zikrin nimetlerini ve faydalarını bizzat müşahede ettikleri için onu bütün insanlara şiddetle tavsiye etmişlerdir. Kul kalbi ve dili ile ne kadar zikir çeker ve buna devam ederse o derece ilâhî ikram ve müjdelere ulaşır. Allah dostları iman ve namazdan sonra en fazla zikrin üzerinde durmuşlardır.
Kâinatın Efendisi Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Her hangi bir toplum yalnız Allah rızasını niyet ederek bir arada toplanıp Allah’ı zikrederlerse, gökten bir münadi bağışlanmış olduğunuz halde yerinizden kalkın, doğrusu Allah sizin günahlarınızı sevaba çevirmiştir” diye nida eder.
Yine Resulullah (s.a.v.): “Kıyamet günü Allahu Teâlâ ‘Şimdi mahşer halkı, kerem sahibi kimlerin olduğunu görürler’ buyurur.
Bunun üzerine kimlerdir bunlar Ya Resulullah denilince, Resul-i Ekrem: ‘Mescidteki zikir meclislerinin adamlarıdır’ buyurdu.
Bil ki, zikrin fazileti tesbîh, tehlil, tahmîd, tekbîr ve bunların benzerlerine bağlı değildir. Bunun doğrusu, Allah için iş yapan her itaatkâr, Allah Teâlâ hazretlerini zikredicidir. Saîd ibni Cübeyr (Radıyallahu Anh) ve diğer âlimler böyle söylemişlerdir. Atâ (Allah rahmet etsin) şöyle demiştir:
"Zikir meclisleri (toplantıları), helâl ve haramdan ibarettir: Nasıl sa tın alırsın, nasıl satarsın, nasıl namaz kılarsın, nasıl oruç tutarsın, nasıl evlenirsin, nasıl boşanırsın, nasıl hac yaparsın ve bunların benzeri şeylerdir."
Ayrıca zikir, ''anmak, hatırlamak, gaflet ve unutma halinde olmamak, namaz kılmak ve dua etmek'' gibi manalara gelir.
Zikrullah her mü'mine farzdır. Hak Teâlâ, Kur'an-ı Kerimde;
“Ey iman edenler! Allahu Teâlâ’yı çok zikredin” buyurur.
Zikrin asıl manası, gönülden masivayı çıkarıp, Mevla'yı sevmektir. Allah Teâlâ’nın dışındaki her şeye masiva denir. Zikir nefsi ezip, yüce Rabbi yüceltmektir. Zikir fikrin meyvesidir. Fikirde muhabbetin eseridir. Muhabbet ise Allah vergisidir. Sevgisiz insan yoktur. Her insanın bir şeye muhabbeti vardır. Önemli olanda bu muhabbeti Allah'a yöneltmektir. Bu da zikir ile olur. 
İmam-ı Gazali (ra) şöyle demiştir:
‘’Bir müminin, çarşıyı veya işyerini özlediği kadar, ibadeti ve zikir meclislerini de özlemelidir. Allah’a aşık olan müminlerin eli işte iken kalbi zikirde, aklı ahirette, gözü yeni bir hayır ve hizmettedir. Bir kusur işlerse hemen tevbe etmelidir. Çarşı pazarda tavsiye edilen zikirleri çokça söylemelidir. Gafil kimsenin manen ölü, zikredenin ise diri olduğunu bilmelidir.’’
Muaz bin Cebel, Allah’ın Resulü’nden duyduğu son sözün şu olduğunu anlatıyor: “Allah Resulü’ne sordum: Allah’a hangi amel daha hoş gelir? dedim. “Dilin, Allah’ı anmakla ıslanmış olarak ölmendir” dedi.
Abdullah bin Bısr’dan gelen rivayette adamın biri Resul-i Ekrem’e
“Şer’i hükümler çoğaldı. Bana sıkı sıkıya sarılacağım birini söyle” dedi.
Resul-i Ekrem (s.a.v.): “Dilinden Allah’ın zikrini eksik etme, dilin daima onunla yaş olsun” buyurmuştur.
İmam Şaranî Hazretleri diyor ki: ‘’Burada dilin yaş olmasından maksat, gafil olmamaktır. Çünkü kalp gafil olursa dil kurur ve yaş olmaktan çıkar’’ buyurmuştur.
Büyük müfessir İmam Fahreddin Razî, “Siz beni anın, ben de sizi anayım. Bana şükredin, nankörlük etmeyin” ayet-i celileyi tefsir ederken şöyle demiştir:
Yüce Allah bu ayette zikir ile şükrü bir arada anmıştır. Zikir de şükür gibi üç çeşittir. Bunlar, dil, kalb ve beden ile yapılan zikirlerdir. Dil ile zikir, Yüce Allah’ı güzel isimleri ile anmak, Ona hamd etmek, tesbihte bulunmak, Kur’an’ı okumak ve dua etmektir.
Kalb ile zikir de, yüce Allah’ı gönülden anmaktır. Bu bir nevi tefekkürdür.
Beden ile zikir ise, vücudun bütün organlarının Allah’ın emirlerini yerine getirmeleri ve yasaklarından sakınmaları ile olur. Bu da kişinin kendi vücudunun organlarını Allah’ın yolunda bulundurması ile mümkündür.
Büyük arif İmam-ı Rabbani yüz doksanıncı mektubunda buyuruyorlar ki, “Zikrin faydalı olması ve tesir edebilmesi için şeriate uymak şarttır. Farzları ve sünnetleri yapmak ve haramlardan ve şüpheli olan şeylerden sakınmak lazımdır. Bunları da ehil olan âlimlerden öğrenerek yapmalıdır.”
Rasulullah s.a.v şöyle buyuruyor; “Dikkat edin! İnsanın bünyesinde bir et parçası vardır. Eğer o salah bulursa bütün ceset salah bulur; eğer o bozulursa bütün ceset bozulur. Dikkat edin o kalptir.‘’
Manevi terbiyede ilk olarak kalp ele alınır. Bütün Allah dostlarının tecrübe ve tespitlerine göre, kalbin temizlenmesi ve nefsin terbiyesi için en etkili ilaç Allah Teâlâ’yı zikretmektir.
İbadet ve amellerde bir çeşit zikirdir. Fakat kalbe ilaç olacak, nefsi ıslah edecek zikir, hepsinden ayrı özel bir ameldir. Allah dostları kalbin ilacı olan zikri, günlük yapılan zikir (vird) haline getirmişlerdir.
Gavs-ı Sânî (k.s) hazretleri şöyle buyurmuştur:
‘’Zikre devam ediniz, virde önem veriniz, çünkü kalbin tek ilacı zikirdir. Nefsin çirkin sıfatları ancak zikir ile değişir. İnsan mürşit nezaretinde sürekli çektiği zikir sayesinde terbiye olur.’’
Müminlerden istenen, devamlı zikir içinde olmalarıdır. Bu hal, zikre devam edilerek zaman içinde elde edilebilir. Arifler, “zikir kalpte iyice yerleşirse nefes alıp vermek gibi tabii hale gelir. O zaman insan istese de zikirden uzak kalamaz” demişlerdir. Bu hale ulaşan insan yerken, içerken, gezerken, çalışırken, konuşurken, yatarken, kalkarken kalbiyle devamlı Allahu Teâlâ’yı zikreder. Bu, başı ağrıyan bir kimsenin durumu gibidir. Başı ağrıyan insan hangi işle meşgul olsa başının ağrısını hisseder, aynı zamanda işine de devam eder. Zikrin kalbe yerleşmesi de böyledir. Allahu Teâlâ bu hale ulaşan kalplerin ticaret ve alışveriş yaparken dahi zikirden kopmayacağını belirtmiş.
Bir ayette yüce Allah, kendisi ile her an beraber olanların halini şöyle belirtir:
''Onlar öyle erlerdir ki, herhangi bir ticaret ve alışveriş kendilerini Allah'ı zikretmekten, namazı kılmaktan ve zekâtı vermekten alıkoymaz. Onlar, yüreklerin ve gözlerin dehşetten ters döneceği ahiret gününden korkarlar.’’
Allame Alusi (r.a), bu ayetin tefsirinde şöyle diyor:
''Birçok tasavvuf ehli, özellikle Nakşibendî büyükleri ayette emredilen daimi zikir haline ulaşmışlardır. Bu zikre ulaşmayı en büyük gaye edinmişlerdir. Zikir onların kalbinde hiçbir nedenle kesintiye uğramaz. Öyle ki hiçbir halde zikirden gafil olmazlar.''
Zikrin bu derece bütün vücuda yayılmasına arifler zatî zikir, sultanî zikir ve devamlı zikir ismini vermektedirler. Zatî zikir, insanın bütün zatını, duygularını ve maddi varlığını saran, nefes alıp vermek gibi vücudun tabii hareketi haline gelen zikirdir.
Gavs-i Bilvanisî (k.s) şöyle derdi: “Nakşibendîlikte esas; zikir ederek kalbi ıslah etmektir. Nakşibendî amelinin tamamı kalbin çalışması içindir. Çalışmaya başlayan kalb, tıpkı saat gibidir. O sahibi başka işlerle meşgul olsa bile, çalışmasına devam eder. Bundan dolayı insanın her anı ibadetle geçer.”
Gavs-ı Sâni (k.s) hazretleri ise şunları söylemiştir:
"İnsanın kalbine zikir yerleşince daha durmaz. Çarşıda, pazarda alışveriş yaparken kalp 'Allah' der. Siz istemeseniz de çalışır. Nasıl ki mideniz sizin elinizde olmadan gıdaları hazmediyor, siz uyurken bile işine devam ediyorsa, içine zikir yerleşen kalp de öylece zikreder. Bunun sevabını yalnızca Allah bilir.’’
Menkıbe
Resûlullah Efendimiz (s.a.v) kalp ile yapılan gizli zikrin faziletini şöyle anlatmıştır:
"Hafaza meleklerinin işitmediği gizli zikir, açık zikirden yetmiş derece daha üstündür.’’
Kıyamet günü olduğunda Allah Teâlâ bütün halkı hesap için toplar. Amelleri yazan melekler, yazdıkları ne varsa getirir ortaya koyarlar. Allah Teâlâ onlara,
'Bakın hele, kul için yazmadığınız bir şey kaldı mı?' diye sorar. Melekler de,
'Rabbimiz! Biz bu kulun bildiğimiz ve gördüğümüz her şeyini yazdık' derler. O zaman Allah Teâlâ o kula,
'Senin bizim yanımızda gizli/özel muhafaza edilmiş bir dosyan/defterin var. Onu melekler bilmezler. Onu ben yazdım, karşılığını da ben vereceğim. O senin yapmış olduğun gizli zikirdir' "buyurur.
Gavs'ın bir müridi vardı, cahildi, bilgisizdi, bilgisizliğinden dolayı bir gün Gavs'a,
"Kurban, dedi, kalbimden zikir yaptığım zaman melâikeler yazmıyorlar. Fakat sesle zikir yapıp salevât getirdiğim zaman meleklerin yazılarının, kalemlerinin sesini duyuyorum. Ama kalben zikir yaptığımda sesleri duyamıyorum."
Tabiî bunu bilmediğinden söylüyordu, bildiğinden değil. Gavs (k.s) cevaben:
"Doğrudur, buyurdu, kalbden yaptığın gizli zikirleri Allahu Teâlâ'nın melekleri yazmazlar, yazamazlar. İnsanın ağzından çıkmayana kadar onlar yazmazlar. Fakat insanın o zikri de melekler yazmadı diye kaybolmaz. Allah'ın yanında, Allah'ın emanetinde kalır, tâ kıyamete kadar."
Zikirde devamlılık esastır. Vücudun zikre alışması, ısınması ve onu nefes alış verişi gibi tabii hale getirmesi için, kişinin zikre devam etmesi gerekir. Arifler, işin çözümünü zikre başlamakta ve devam etmekte görmüşlerdir.
Gavs-ı Sânî (k.s) şöyle buyurmuştur:
‘’Sûfî üç gün zikir çekmese kalbi hasta olur. Beş-on gün, bir, iki, üç ay, dört ay zikir çekmezse kalbi (iyice) hasta olur ve ölür. Zikir kalbin hakkıdır.‘’
Tasavvuf büyükleri, manevi terbiyeye ilk adımı atan kimselere evvela bu yolun sevgisini, muhabbetini kazandırırlar. Bu sevgi ile müritlerini Allahu Teâlâ’yı zikretmeye ısındırırlar.
Büyük arifler zikrin kâmil bir mürşidin gözetiminde, onun nezareti altında yapılmasını faydalı görmüşlerdir. Bunun birinci faydası mürşidi kâmilin dua ve himmet desteğidir. İkinci faydası kalbin ve çekilen zikrin kontrol altında olmasıdır.
Seyyid Muhammed Raşid (k.s) hazretleri 1985 yılından Ankara'da yaptığı bir sohbette şöyle buyurmuş:
‘’Sofiler bizlere geliyorlar, biz onlara tövbe veriyoruz. Sonra beş bin zikir veriyoruz. Onlarda takliden günde beş bin kere Allah diyorlar, zikir çekiyorlar ama Sadatlar araya giriyor, onların bereketi, duası ile Allahü Teâlâ sofilerin çektiği zikri kabul ediyor. Üstelik on misli ile yani elli bin zikir sevabı olarak onların amel defterine yazıyor.’’
Böylece zikir telkin ederler. Belli sayıdaki zikir adım adım takip edilir. Zikri mürşit kontrol eder. Gereken müdaheleleri o yapar, kalpte bir tıkanma ve usanma olursa o ilgilenir, kalbin yolunu o açar. Zira mürşit, şeytandan gelebilecek vesvese ve engelleri bilir, müridin bunları aşmasına yardımcı olur.
Zikir vücutta bir meleke haline gelene kadar, mürşit müridini kontrol eder. Meleke haline gelmek demek, vücuttan ayrılmaz bir parça haline gelmiş sıfat demektir.
Kendi başına yapmanın elbette sevabı vardır, fakat ileri safhada şeytanın hileleri de vardır. Kişi zikirle nefsini beğenmek, zikirden zevk alıp onu asıl hedef gibi görmek ve birçok vesveseyle baş başa kalır. Bir mürşide talebe olanlar manevi terbiye ve tedavide onun talimatlarına uyanmalıdırlar. Kendi başına farklı zikir seçmeleri, başka zikre heves etmeleri şeytandandır. Zikrini artırmak ve değiştirmek isteyen mürşidine danışmalıdır.
Zikirler farklı faydaları ve neticeleri olan ilaçlar gibidir. Ehil olmayan kimse kalbe ilaç olacak zikri seçerken yanılabilir, uygulamada yanlışlık yapabilir, sayıyı karıştırabilir.
Ancak kâmil bir mürşidin terbiyesine giren kimse bu tür durumlarda yalnız değildir. Kamil mürşid, manevi hastalıklarda mütehassıs doktordur. O, hangi manevi hastalığa ne tür zikrin ilaç olacağını bilir.
Menkıbe
Bir adamın gözü ağrıyormuş. Bir baytara giderek,
“Beni tedavi et” demiş.
Baytar da hayvanların gözüne sürdüğü ilacı bu adamın da gözüne sürmüş.
Adamın gözü kör olmuş; hâkime gidip şikâyet etmiş.
Hâkim, “Hiçbir ceza ve diyet lazım gelmez. Çünkü eşek olmasaydın, baytara gitmezdin” demiş.
Zikir gafletle de çekilse yinede terk edilmemelidir. Allah'ın (c.c) ihsanı boldur. Gafletle zikre devam edenin kalbine huzur verebilir. Huzurlu zikirden de fenaya yükseltebilir.
Zikirde kalbin huzurlu değil diye tamamen zikri terk etme. Çünkü hiç zikirsiz gafil olmak zikrin içinde gafil olmaktan daha kötüdür. Umulur ki Allah (c.c) seni gafletli zikirden uyanık zikre, uyanık zikirden huzurlu zikre ve ondan da masivadan gaybet zikrine yükseltebilir. Bu Allah'a (c.c) hiç zor değildir.
Bediüzzaman Said Nursî hazretleri Mesnevi-i Nuriye'de sofinin mesleğinin zikir olduğunu, nefsin çirkinliklerinden sıyrılıp ahlâk-ı hamideye geçmeye sebep olacağını bildirmektedir:
"Ey aziz olan kimse, bil. Zikreden adamın ilâhî feyizleri çeken muhtelif mânevî güzellikleri (latifeler) vardır. Bunların bir kısmı kalp ve aklın şuuruna bağlıdır. Bir kısmı ise şuursuzdur. Gaflet ile yapılan zikirler bile, bu ilâhî feyizden mahrum kalmazlar."
Onun için kardeşler, tasavvufta sofi illâ zikir sahibi olmalıdır ki Allah'ın feyzini çeksin.
Zikir kalbin cilasıdır, onu manevi kirlerden temizler, içindeki gafleti yok eder. Kalp zikrin nurları ile aydınlar ve parlar. Bu nur insanın bütün vücuduna yayılır, her organ ondan bir pay alır, nurlanır, vücut Allah sevgisi ile tatlanır.
Hâlbuki zikir, lambaya gelen ışığı taşıyan kablolar gibi, Allah'ın nurunu kalbe taşır. Böylece kalp nurlanarak selim bir hâl alır. Kalb-i selim sahipleri de nefsin heva ve hevesine uymayıp, yalnızca Allah'a bağlanırlar.
Zikredememek nefsin işidir. Zikrettirmemek nefsin ustalığıdır. Şeytanın hıyanetidir. Çünkü zikir ile nefsin helâk olacağını bilir.
Bir adamın beş bin kere meşakkatle, zorla nefsine çektirdiği zikir, muhabbetle çekilen yüz bin zikirden daha faziletlidir. Niye? Çünkü muhabbetle çekenin mücahedesi zahmetle çekeninkinden azdır. Muhabbetli çektiği için feyzi çok olur. Zahmetle çekenin de Allah katında sevabı ve yakınlaşması çok olur.
Avn b. Abdullah ks. hz.leri şöyle buyurmuştur: ‘’Zikir meclisleri gönüllere şifadır. İnsanlık Allah’ın zikredilmediği bir zamanla yüz yüze gelirse yemin ederim ki toptan mahvolur. Gafil insanlar içinde Allah’ı zikreden bir adam ric’at etmiş bir orduyu tek başına kurtaran bir askere benzer.‘’
Zikir nurları içinde kaybolan kimsenin yüzü güzel, sözü tatlı olur. Bakışı feyz akıtır, gülüşü huzur verir. Her hali hayrı yansıtır. Bu kimse yeryüzünde Allah Teâlâ’nın canlı şahididir kendisine bakana Allah'ı zikrettirir hayrı sevdirir.
Zikir manevi zevk kapılarını açar. Zikir sayesinde kul Allah Teâlâ ile özel sohbet ve muhabbet eder. Allah Teâlâ zikredenin en yakın dostu ve sohbet arkadaşı olur, kalbini şenlendirir onu doyumsuz ve benzersiz zevklere ulaştırır.
Zikir vuslat yoludur. Zikir kulu Yüce Rabbine yaklaştırır. Zikir insanın marifetini ve muhabbetini arttırır, manevi derecesini yükseltir. İhlâsla yapılan zikir kul ile Rabbi arasındaki bütün perdeleri kaldırır, engelleri aştırır. Rasulullah Efendimiz'in s.a.v belirttiği gibi zikirdeki bu özellik hiçbir amelde yoktur.
Zikir kalbi şenlendirir, kalpten gamı, kederi, stresi giderir. Âlemlerin Rabbi ile huzur bulmuş kalpten boş sıkıntılar ve yersiz korkular çeker gider. Kalbi zikir ile şenlenmiş bir kul hiçbir zaman yalnızlık korkusu yaşamaz, ne olacağım sıkıntısı çekmez, rızık endişesine düşmez. Zindana atılsa saraydaki gibi rahat eder.
Bediüzzaman (r.ah) hazretleri şöyle buyurmuştur: ‘’O’nu tanıyan ve itaat eden zindanda dahi olsa bahtiyardır. O’nu unutan saraylarda da olsa zindandadır, bedbahttır.’’
Zikir insana cennet kapılarını açar. Allah Teâlâ’yı çokça zikreden mümin erkek ve kadınlara Yüce Rabbimiz mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır. Bu mükâfat Cennet ve Allah'ın nur cemalidir.
Muaz bin Cebel (r.a.) şöyle demiştir: “Cennet ehlinin tek bir hasreti (pişmanlığı) vardır. O da, Allahu Teâlâ’yı zikretmeksizin geçirdikleri vakitlerdir.”
Ebu Süleyman Dârânî ks. hz.leri zikrin fazileti hakkında şöyle buyurmuştur:
‘’Cennette bir ova var, kul Allah’ı zikre başladı mı melekler bu sahaya ağaç dikmeye başlarlar. Bazen meleklerden biri ağaç dikme işine ara verir. Neden duruyorsun? Diye sorulunca, ‘namına ağaç diktiğim şahıs zikre ara verdi, (fütur getirdi) de ondan, diye cevap verirler. ’’
Zikir sahibinin zikirle aşamayacağı hiçbir engel yoktur. Hakiki müslümanlar zikir ve dua sayesinde nice engelleri aşmışlardır. İmanını görmek imanın tadını bulmak ancak iman sahibinin zikre verdiği değerle olacağını hakkal yakın bilmişlerdir. Eğer bir gönül, bir kalbte zikir varsa diridir, diri gibi her şeyi hakkıyla bilir, kalp gafil zikir yoksa ölü gibidir, çok şeyden haberi yoktur, hakikatleri göremez.
Abdülhakim Hüseyni ks. hz.leride bu hususta şöyle buyurmuştur: ‘’Kalp, Allah’ın zikrini yaptığı zaman, bütün vücut da onunla zikir yapar, kalp ölmüşse vücut ölüdür.‘’
Menkıbe
Kürz bin Vebre (rah.) ağlıyordu. Etrafındakiler
“Neye ağlıyorsun, yakınlarından birinin ölüm haberi mi geldi? diye sordular
“Hayır, ondan daha kötü” diye cevap verdi.
“Dayanamadığın bir ağrın, acın mı var” diye tekrar sordular.
“Hayır, daha da acı” dedi.
“Öyleyse neyin var” dediler. Şöyle cevap verdi:
“Kalbimin feyiz kapısı kapandı, üzerine perde çekildi. Dün gece ki virdimi yerine getiremedim.’’
Zikir kötülüklere karşı en sağlam bir kaledir, insanı haramlardan kurtarır. Zikirle meşgul olan bir kalp ve dil, gıybet, yalan, laf taşıma, fitne yayma gibi haram ve boş işlere vakit bulamaz. Bir çeşit ibadet, hizmet ve zikir ile meşgul olmayan kimsenin boş işlerden korunması mümkün değildir. Kalbe gelen günah arzularını zikirle söndürme ve hayra yönlendirme imkânı vardır. Zikir ile desteklenen kalp iyiyi kötüyü fark eder.
İmam Mâlik’e ulaştığına göre, Hz. İsa İbn Meryem (a.s.) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın zikri dışında çok kelâm etmeyin, kalpleriniz katılaşır. Çünkü katı kalp Allah’tan uzaktır, fakat bunu bilemezsiniz. Kendiniz efendiler imişcesine insanların günahlarına bakmayın, bilâkis kullar olarak kendi günahlarınıza bakınız. Çünkü insanların bir kısmı, belâya maruzdur. Bir kısmı da afiyete mazhardır. Belâ (imtihan) sahiplerine merhamet edin. Mazhar olduğunuz afiyete de hamd edin.” 
Hasan-ı Basri k.s. Hazretleri'ne birisi: 
- Ey Hasan, gönlüm kasvetle dolu. Ne yapayım? deyince, ‘’Allah'ın zikri ve Rabbine tevbe, istiğfar ile yumuşat’’ buyurmuştur.
Zikir kalbi şeytanın vesvese, hile ve hâkimiyetinden kurtarır. Allah Teâlâ şeytanı "hannas" sıfatıyla tanıtmıştır. ​
Hannas, sinsi, korkak, boş bulunca dalan, karşı durunca kaçan demektir.
Şeytan kalbi boş bulunca dalar, kalp zikre geçince hemen kaçar. Zikir devam ettiği sürece şeytan kalbe yol bulamaz. Kalbe girmek ister fakat zikrin nuru onu yakar. Böylece insan en büyük düşmanından kurtulmuş olur.
Şeytanı yakan zikir ihlâsla edep üzere yapılan ve gafletten uzak olan zikirdir. İçinde Allah rızâsı ve edep bulmayan zikir, kalpten şeytanı değil, ilâhî rahmeti uzaklaştırır.
Menkıbe
Bir gün bir sofi Gavsı Sani (k.s) hazretlerine dedi ki
Kurban biz ilerleyemiyoruz, ne kadar zikir yapıyoruz vücudumuz uyanmıyor, gafletteyiz nasıl yapacağız?
Gavs-ı Sani (k.s) elini bastonun üzerine koydu ve dedi ki; Sofi
1- Bir insan nazar-ı haram yaparsa, ne kadar zikir yaparsa ona fayda vermez
2- Bir insan, yirmi dört saat dünyayla meşgul olursa, alışveriş, insanlarla oturup kalkarsa, o insanın kalbi ne kadar zikir yaparsa fayda vermez.
3- Bir insanın ailevi huzuru yoksa bu insanda ne kadar zikir yaparsa kalbine fayda vermez.
4- Bir insan günah işlese bu insan ne kadar zikir yaparsa yapsın fayda yoktur. İnsan bu dört şeyi yaparsa, ne kadar zikir yaparsa yapsın fayda vermez. Terk ederse fayda verir.
Şeytanı kalbimizden, işimizden, evimizden, ailemizden, çocuklarımızdan, soframızdan uzaklaştırmak istiyorsak, bunun tek yolu ihlâsla zikirdir.
Gav-sı Sânî (k.s) hazretleri şöyle buyurmuştur:
“Zikir kalbin gıdasıdır; gıdasını almayan kalp zayıflar, sonra ölür. Kalp ancak zikir ile beslenir, kuvvetlenir, tatlanır, manen hayat bulur. Haramlar ve işlenen günahlar ise, şeytanın gıdasıdır. İşlenen günahlar, insanın kalbini zayıflatır; onun düşmanı olan nefsi ve şeytanı kuvvetlendirir. Bu nedenle, insanın içinde kalp, nefis ve şeytan devamlı mücadele halindedir.’’

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yardımlaşma Ile Ilgili Ayetler ve Hadisler

Defne Ağacı ve Mitoloji

Hasan Dağı ve Efsanesi