Dualar Neden Geceleri Daha Cok Kabul Olur

“Allah Tebareke ve Teâlâ, her gece, gecenin son üçte biri kalınca, dünya semasına iner ve şöyle buyurur; mülkün sahibi Benim, kim Bana dua ederse ona cevap veririm…” 

Rabb’imiz kâinatı yaratırken madde ile manayı iç içe yaratmış. Adeta bir hamur gibi yoğurmuş. Hamurun unu madde ise mayası mana olmuş. Gözünü tamamen maddeye diken ve manaya kapalı insanlar anlamasa da aslında her şeyin özünde mana var. Hatta daha da ileriye gidip şunu söyleyebiliriz; maddeye asıl hükmeden manadır. En basitinden insan, kolunu kaldırdığı zaman o kolun kalkmasına hükmeden kimdir? Emirler beyinden geliyor olsa bile beyne, o kolu kaldırmasını emreden bir şeylerin –ki biz buna ruh diyoruz- olması gerekmez mi? Her ne kadar tamamen fiziksel bir hareket olarak görülse de insanın kolunu kaldırması gibi basit bir hareketin bile arkasında şuurlu bir mana, metafizik veya ruhun olduğunu görürüz. Yoksa “ben” diyen şeyin, basit, kıvrımlı bir et parçasından oluşan beyin olduğunu iddia etmek zorunda kalırız ki hiç kimse, “ben” dediği şeyin bir et parçası olmasını kabul edemez. 

Ne var ki Cenab-ı Hak, maddeyi bizler için bir perde yapmış. Bu perdeyi sıyırıp arkasını görebilenler hariç, diğer insanlar için mana âlemi kapalı bir kutu gibi. Varlığına inandığımız, belki etkilerini gördüğümüz ancak hakikatine vâkıf olamadığımız kapalı bir kutu. Yaşadığımız âlemde madde ve mana o kadar iç içe girmiş ki –belki alışkanlıklardan dolayı- hangi maddenin ne gibi manevî hadiselere ve hangi mananın ne gibi maddî hadiselere sebep olduğunu göremiyoruz. Buna abdestsiz dolaşmayı örnek verebiliriz; abdestsizlik –maddî yönü de olmakla birlikte- manevî bir durumdur. Abdestsiz dolaşan insan her an başına gelebilecek maddî bir belaya maruz kalabilir. Biz bu maddî belayı sebepler planında izaha yeltensek bile temelinde yatan sebep aslında o kişinin abdestsizliği olabilir. 

Mana, böyle maddesel sonuçlar ortaya çıkardığı gibi madde de birtakım metafizik hadiselere sebebiyet verebilir. Örneğin; içki içmek tamamen maddeyle alakalı. İçki içen insanda maddî birtakım rahatsızlıklar baş gösterebilir. Kişiyi hiç etkilemeyebilir de. Ancak bunların ötesinde –belki sadece manaya açık insanların görebileceği- öyle manevî yaralar açar, ruhu öyle yaralar ki bu kadar yaralanan ruh, ancak ateş azabıyla bu yaralarını tamir edebilir. Başka bir örnek olarak namaz kılmayı verebiliriz. İnsan, namaz kılarken tamamen fiziksel birtakım hareketlerde bulunur. Yatar, kalkar, bir şeyler okur. Ne var ki yaptığımız bu fiziksel hareketler mana âlemine o kadar tesirli olur ki, namazsız bir insanı mana büyükleri gördükleri zaman hemen anlarlar. Alnı secdeye gitmeyen bir insan manen kim bilir hangi şekle girer. Namaz kılan bir insanın, mana âleminde önü o kadar açılır ki, adeta yerden-gökten ona maddi imkânlar yağabilir. Bu kişi, bu imkânları maddi sebeplere verse de asıl sebebi kıldığı namazlarıdır. 

Güneşin Etkileri :Yazımızın buraya kadar olan kısmı, genelde hepimizin bildiği şeyler. Buradan sonra ise biraz fikir jimnastiği yapacağız. Amr ibn Abese anlatıyor: Bir gün Resûlullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem), “Ey Allah’ın peygamberi, saatlerden Allah’a daha yakın olanı var mıdır?” diye sordum. Bana “Allah’ın kula en yakın olduğu zaman, gecenin son kısmıdır. Eğer bu saatte Allah’ı zikredenlerden olabilirsen ol. Zira bu saatte kılınan namaz, güneş doğuncaya kadar (meleklerin) beraberlik ve şehadetine mazhardır. Çünkü güneş, şeytanın iki boynuzu arasından doğar ve bu doğma anı, kâfirlerin ibadet vaktidir. O esnada, güneş bir mızrak boyunu buluncaya ve (sarı) ışıkları kayboluncaya kadar namazı bırak… Güneşin tepe noktasına gelme saati, cehennem kapılarının açıldığı ve cehennemin coşturulduğu bir saattir. Namazı, güneş sarkıncaya kadar terk edin. Güneş batarken de şeytanın iki boynuzu arasından kaybolur. O sırada yapılacak ibadet, kâfirlerin ibadetidir…” buyurdu. 

Bir başka hadis-i şerifte, “Allah Tebareke ve Teâlâ, her gece, gecenin son üçte biri kalınca, dünya semasına iner ve şöyle buyurur; mülkün sahibi Benim, kim Bana dua ederse ona cevap veririm…” buyurulur. 

Zikrettiğimiz hadislerde ibadetlerin, güneş ile ciddi bir irtibatı olduğu görülüyor. Öyle ki güneşin belli evrelerinde ibadet yapmak bizzat Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) tarafından yasaklanırken, belli evrelerinde ise teşvik edilir. Namaz gibi bir ibadetin, güneşin belli evrelerine hasredilmesi sizce de dikkat çekici değil mi? Namaz kılmanın yasaklandığı zamanlara baktığımızda güneşin doğarken, batarken ve tam tepe noktasındayken olduğu görülür. Allah bilir ama güneş tam bu vakitlerde öyle ışınımlar yapar ki, belki de duaların, zikirlerin, ibadetlerin yeryüzünden arşa yükselmesini engeller. Veya öyle bir tesir yapar ki, ibadetlerimiz bu vakitlerde, arşa çıkarken rengi ile şekli değişerek veya zayıflayarak çıkar. 

Maddenin manaya tesirinden söz ettik. Burada da güneşten, belli vakitlerde gelen şua, radyasyon ve değişik ışınlar, ibadetlerin manasına tesir ediyor olamaz mı? Onların Allah’ın katına sağlıklı olarak yükselmesine engel teşkil ediyor olamaz mı? Aslında bunu destekleyen en büyük delil; duaların kabul edilme zamanını bildiren hadis-i şeriftir. Zira hadiste, duaların en çok kabul edildiği vakit olarak gecenin sonu zikredilir, yani güneşin dünyaya tesirinin en az olduğu vakit. O anlarda yapılan dualar, güneşin etkisinin en az olduğu zaman dilimlerinde yapılması hasebiyle kolaylıkla arşa ulaşır. Hadisleri bir de bu zaviyeden değerlendirirsek sanırım zihnimizin dar kalıplarından kurtulup daha zengince düşünebileceğiz. Her şeyin en doğrusunu Allah bilir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yardımlaşma Ile Ilgili Ayetler ve Hadisler

Defne Ağacı ve Mitoloji

Hasan Dağı ve Efsanesi