Tevekkül ve Hz. Hacer

Issız bir vadide yapayalnız bir kadın. Yiyecek, içecek yok. Hz. Hacer, aç bebeğini doyurabilmek için çaresizce çırpınıyor. Ya Rabbi! Ne dehşetli bir sahne. Nasıl muazzam bir teslimiyet. Sonunda ise çölün ortasında sunulan mukaddes bir ikram: Zemzem…

Efendimiz’in (sallâllahu aleyhi ve sellem) büyük büyükannesi… İbrahim Aleyhisselâm’la Allah’a (cc) samimiyetle iman eden sadık eş… Hz. İsmail’in annesi… Hz. Hacer, İslam tarihine adını teslimiyet ve tevekkülüyle yazdırmış, büyük bir kadın. Onun fedakârlıklarla dolu hayatı, bizler için en güzel örneklerden biri. Öyle ki, hac ve kurban dediğimizde aklımıza ilk gelenler Halilullah ve oğlu Hz. İsmail’dir. Bu kutlu mevsimin özünü idrak etmek adına Hz. Hacer’in konumu ise, kurulan sacayağının sonuncusunu teşkil eder.

Hz. İbrahim’e, özlemini duyduğu evlat sevincini tattıran Hz. Hacer, Peygamber ailesine katılmadan önce Mısır’da bir cariye olarak yaşıyordu. Rivayete göre; Firavun Hacer’i köle olarak Sârâ’ye hediye etmişti. Sârâ ise, değerli eşi İbrahim Aleyhisselâm’ın evlat sahibi olamayışına içten içe üzülürdü. Özveri sahibi Peygamber hanımı bunun üzerine, iffet ve dürüstlüğüyle bilinen hizmetçisi Hacer’le, eşinin evlenmesini istedi. Bu evlilikten Allah (cc) onlara İsmail adında bir evlat verdi.

Allah (cc) elçilerinin hepsini, vazifeleri nispetinde imtihanlarla muhatap etmiştir. İbrahim Peygamber de ahir ömründe evlat sahibi olmuştu ve oğlunu çok seviyordu. Fakat, Rabbi’ne olan sevgisi herkesin ve her şeyin üstündeydi. Bu yüzden Rabbi ondan, eşi Hz. Hacer’i ve biricik oğlu İsmail’i Kenan ilinden götürmesini isteyince itaat etmemesi mümkün değildi.

İbrahim Ailesi, vahiy üzerine çölde tevekkül içinde ilerliyordu. Esen rüzgar, gidecekleri yere kadar onlara eşlik etmiş, bugün Mekke’nin konumlandığı vadiye gelmişlerdi. İbrahim Aleyhisselam, eşini ve narin yapılı oğlunu bir testi su ve az miktar yiyecekle gözlerden ırak, kuş uçmaz, kervan geçmez çöle yerleştirdi. O ana kadar sükûnetini korumuş olan bu mübarek kadın, “Ya İbrahim, bizi burada kime bırakıyorsun! Bunu sana Rabbin mi dedi?” diyerek tedirginliğini ifade etmişti.” Halilullah’tan “Sizi Allah’a emanet ediyorum. Evet. Sizi O’nun emriyle bırakıyorum.” cevabını alınca, “O halde Allah bize yeter.” diyerek O’na (cc) güvenini tasdiklemişti. Çünkü biliyordu ki, Âlemlerin Rabbi bir şeyi takdir etmişse muhakkak onda farklı hikmetler de dilemiştir.

Halilullah, dualarla ayrılıyordu oradan. Müjdeleyici ilahî beyanlara muhatap olsa da en değerli iki varlığını çölün ortasına bırakıyordu. Eşinin onu göremeyeceği yerden son defa onlara bakarak, “Ey bizim Rabbimiz! Ben zürriyetimden bir kısmını senin kutsal mâbedinin yanında, ekin bitmez bir vâdide yerleştirdim. Ey bizim Rabbimiz! Namazı gereğince kılsınlar diye böyle yaptım. Ya Rabbî! Artık insanların bir kısmının gönüllerini onlara doğru yönelt, onları her türlü ürünlerden rızıklandır ki Sana şükretsinler.” niyazında bulundu. (İbrahim, 37)
Safa ile Merve arasındaki ilk Sa’y

Bir süre sonra Hz. Hacer’in yanında getirdiği su ve yiyecek tamamen bitmişti. Aç ve susuz kaldı. Bu yüzden giderek göğsündeki süt de kesildi. İsmail sürekli ağlıyordu. Bebeğinin durumunun gittikçe kötüleştiğini gören anne perişandı, ne yapacağını bilemiyordu. Çaresiz bir şekilde yerinden doğrulup su aramaya başladı. Gözüne ilişen Safa Tepesi’nin yamacında bir ırmak bulabilmeyi arzu ederek, o tarafa koştu. Fakat su yoktu. Etrafı kuş bakışı görebilmek için bu dağın tepesine tırmandı. Bu sefer de gözlerine ilişen Merve Tepesi’ne doğru yöneldi. Heyecanla vardığı Merve’de de kum ve çakıldan başka bir şey bulamadı. Rabb’inden hiç ümidini kesmeden su bulabilmek için Merve’den Safa’ya koştu. Bu gidiş geliş tam yedi kez tekrarlandı.

Oğlunun yanına vardığında İsmail’in ayağının altından bir su kaynağının fışkırdığını gördü. Bu bir mucizeydi. Çölün ortasında mukaddes bir ikram sunulmuştu kendisine: Zemzem... Hem de damla damla değil şelâleler nispetinde. Yüzlerce yıldır herkesi doyuran bir hayat kaynağı hâlâ o.

Kıyamete kadar da bize Hz. Hacer ve oğlu Hz. İsmail’i hatırlatacak mucizevî bir hediye...

Sabır kahramanı Hacer, yılmamıştı, Rabb’ine ne küsmüş ne de gücenmişti. Tam bir teslimiyet içindeydi. Yüce Yaratıcı da, annenin çabasını karşılıksız bırakmamıştı. Hz. Hacer, Allah’tan yardımı İsmail’in yanında oturarak istememişti. Vadide koşuşturarak gayretini ve emeğini sunmuştu O’na (cc). Çünkü O’nun lütfuna yorulmadan ve ter dökmeden mazhar olunmazdı. Gücünün bittiği yerde ise Rabb’inin vadettiği yardım kendisine ve bebeğine ulaşmıştı. Böylece ilk sa’yi, Hz. Hacer gerçekleştirmişti. Sebeplere riayet etmenin temsili olan sa’y, o günün hatırası olarak ümmetin hac menasiki olarak yapılmaya devam ediyor.

Çok geçmeden, kurak vadide kaynayan bu pınar, Yemen tarafından gelen Cürhüm kabilesini cezbetmişti. Hz. Hacer artık yalnız da değildi. Kısa sürede bolluk ve bereketin hakim olduğu bir şehir haline gelmişti, bu belde.
Şeytanı vesvesesinde boğuyor

İbrahim Aleyhisselâm ara sıra yanlarına gelerek oğlu ve hanımını ziyaret ediyordu. Artık İsmail büyümüş ve annesine bakmaya başlamıştı. Cebrail Aleyhisselam’ın bildirdiği emirle babasının bu sefer de oğlunu kurban etmesi gerekiyordu.

Şeytan, babayı kandırmaya çalıştığı gibi annenin şefkat duygusunu da tahrik etmeye çalıştı. Lakin İblis’in, “Oğlun nerede? Babası onu nereye götürdü? Neden yanına bıçak ve ip aldı? Biliyor musun; babası onu kurban etmeye götürdü. Şimdi onu koyun gibi boğazlayacak. Hemen git buna mani ol!” sözleri, Hz. Hacer’in tevekkülünde mum gibi eridi.

Evlat sevgisi bir anne için her şeyden öte. Fakat bu itaatkâr hanım, yine sınandığının farkındaydı. İmanı ve teslimiyetinin böyle zor bir imtihanı geçmeye yetecek derinlikte olduğunu, “Eğer bunu ona Rabb’i emrettiyse ben de buna teslim oldum.” sözleriyle bir kez daha gösteriyordu.

Allah’a olan inancını, güvenini ve sadakatini perçinlediği bir hayat yaşadı, Peygamber hanımı Hz. Hacer. Kabe’nin inşasından sonra da vefat etti. İnsanların güven içinde olacağı yer olan Beytullah’ın avlusuna gömülen tek insan oldu. “Issız bir vadide çocuğumuzla bir başımıza kaldığımızda, acaba bizlerin tavrı ve duruşu ne olurdu?” sorusunu kendimize sormamız ise tevekkülü çağları aşmış mübarek validemizi anlayabilmenin ilk adımı. Çünkü onun Allah’a (cc) sonsuz teslimiyetini, yüreklerimizde hissedip hayatımıza yansıtabilmek aslolan.
Kaynak: Zaman Gazetesi

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yardımlaşma Ile Ilgili Ayetler ve Hadisler

Defne Ağacı ve Mitoloji

Hasan Dağı ve Efsanesi