Nasuh Tövbesi’ nin Hikayesi
Vakti ile Nasuh adında bir adam vardı. Kadınlar hamamında tellallık ederek geçinirdi. Yüzü, kadın yüzüne benzerdi. Tüyü, tüsü yoktu. Erkekliğini daima gizlerdi. Kötülükte, hilede pek ilerde idi. Yıllarca tellallık etti, hiç kimse onun halinden, sırrından bir koku almadı, şüphelenmedi. Çünkü, sesi kadın sesine benzerdi, yüzü de kadın yüzüne. Çarşaf giyerek başını örter, yüzüne peçe takardı. Tövbe eder, tellallıktan ayrılmak isterdi, fakat kadın sevgisi, kafir nefsi onun tövbesini bozdurur dururdu. Bu kötü ve çirkin işler gören kişi, bir arifin yanına gitti ve ona; “Dualarında bizi hatırla!” diye yalvardı. O arif adam, onun gizlediği sırrı öğrendi, fakat açığa vurmadı. Hakk şarabını içen arifler, sırları bilirler fakat, onları örterler! Arif “Ey kişi eylediğin işten Allah sana tövbe nasip etsin!”
Nasuh bir gün hamamda tas doldururken, padişahın kızının birinin kıymetli bir cevheri kayboldu. Onu bulmak için her kadın aramaya koyuldu. Hamamın kapısını sımsıkı kapadılar; herkesin bohçasını, eşyasını aramaya koyuldular. Herkesin eşyası arandı ama cevher bulunamadı. Bunun üzerine herkesin ağzını, kulağını, üzerini aramayı düşündüler. Birisi; “Genç ihtiyar kim varsa, üzeri aranacak.” diye bağırdı. Nasuh, korkusundan tenha bir yere çekildi; yüzü korkudan sararmış dudakları gövermişti. Ölümünü gözünün önüne getiriyor, yaprak gibi tir tir titriyordu. “Allah’ ım!” dedi, “Nice defalar tövbeler ettim, sonra onları bozdum! Ben, bana layık olanları işledim, sonunda bu kara bela bana çattı. Aranma sırası bana gelirse, eyvahlar olsun; canıma ne çetin şeyler gelecek, ne belalara düşeceğim. Ciğerime yüzlerce kıvılcım düştü. Rahmet eteğine sarıldım; merhamet, merhamet! Ne olurdu anam beni doğurmasaydı, yahut beni aslan parçalayıp yeseydi! Ey Allah’ım! Sen, Sana layık olanı yap! Çünkü beni, her delikten bir yılan sokuyor.Ne de taştan canım, ne de demirden yüreğim varmış; yoksa böyle dertlerle, böyle ıstıraplarla çoktan kan kesilirdim. Vaktim daraldı, bir an içinde Padişahlık et, imdadıma yetiş! Eğer bu defa da günahımı örtersen ne olur? Ben artık, her türlü yapılmayacak şeylerden tövbe ettim. Bir daha tövbemi kabul buyur da, tövbemi bozmamak için çok gayret sarfedeyim. Bu defa da bir kusurda bulunursam, artık bir daha tövbemi kabul etme, sözümü dinleme. Nasuh, hem ağlayıp inlemede, yüzlerce damla gözyaşları dökmedeydi. O kadar; “Ya Rabbi, ya Rabbi!” dedi ki, kapı ve duvar da onunla beraber; “Ya Rabbi!” demeye başladı. O; “Ya Rabbi, ya Rabbi!” derken, birden cevheri arayanların sesi duyuldu. Bu ses; “Ey Nasuh, herkesi aradık, sen de buraya gel!” diyordu. Bu sesi duyunca Nasuh kendinden geçti, adeta bedeninden ruhu uçtu gitti. Çatlamış harap bir duvar gibi yıkılıverdi. Aklı fikri gitti, cansız bir hal aldı. Varlıktan boşalınca, canı Hakka ulaştı, işte o zaman rahmet denizi coştu, köpürdü. Can beden ayıbından kurtulunca sevine sevine aslına gitti. Can doğan kuluna benzer; ten ona tuzaktır! O; ayağı bağlı, kanadı kırık halde, beden tuzağına düşüp kalmıştır. Aklı gidip ayağının bağı çözülünce, o doğan kuşu padişaha doğru uçar. Canı helak eden o korkudan sonra; “İşte kaybolan cevher!” diye müjdeler geldi. Korku gitti. Kendinden geçen Nasuh tekrar kendine geldi. Gözleri aydınlandı. Herkes ondan helallik istiyordu. O padişahın kızına daha yakın olduğu için herkes, bu işi daha çok ondan ummuştu. “Sultana ondan daha yakın bir kadın yok! Cevheri çaldıysa o çalmıştır.” Demişlerdi. Hatta önce onu aramak istemişler, fakat saygı gösterdikleri için geriye bırakmışlardı. Çaldı ise bir yere bıraksın da, bu zaman içinde kendini kurtarsın. “ Bu sebeple Nasuh’ tan özür diliyorlar, helallik istiyorlardı. Nasuh: “ Bu bana Allah’ ın lütfu, ihsanı; yoksa, ben dediğinizden beterim. Özür dilemeye hacet yok!Çünkü ben, dünyada yaşayan insanların en günahkarıyım. Kim bende birazcık kötülük görüyorsa, muhakkak ki o bildiği kötülük, yığın yığın günahlarımın, belki binde biridir. Günahlarımı bir ben bilirim, bir de kötülükleri örten Allah bilir. Bütün bu suçları Hakk gördü de yüzümü sarartmadı, beni utandırmadı! Sonra Hakk’ın rahmeti, benim günahlarla yırtılan kürkümü dikti ve bana can gibi tatlı olan tövbeyi nasip etti. Ya Rabbi, sana şükürler olsun! Beni ansızın gamdan azad ettin, kurtardın. Bedenim de her kılın bir dili olsa da hepsi ile Sana şükretse, yine de şükrünü yerine getiremez.
Birisi geldi ve Nasuh’ a: “Padişahımızın kızı seni çağırıyor, hemen gel de başını yıka. O senden başka tellak istemiyor.” Nasuh, kadına; “Git, git!” dedi. “Elim işten kaldı; senin bu Nasuh’ un şimdi hastalandı. Koş; acele bir başkasını ara!” Kendi kendisine; “Günah başımdan aştı; gönlümden o korku, o yanış, o acı nasıl gider?” diye düşündü. “Ben bir defa öldüm de tekrar dirildim. Ölümün de acını tattım, yokluğun da. Gerçekten öyle hulusla tövbe ettim ki, canım tenimden ayrılmadıkça, artık tövbemi bozmam.”
Ahdi ve tövbeyi bozmak, sonunda insanı lanete uğratır. Cumartesi günleri iş yapmamaları emredilen Yahudiler, tövbelerini bozdular da çarpıldılar. Kötü bir ölümle öldüler! Allah o kavmi maymun şekline soktu; çünkü inat ettiler, Allah ahdini bozdular. Bu ümmette beden çarpılması yoktur ama, ey akıllı kişi; gönül çarpılması vardır! Bir adamın gönlü maymun gönlüne dönerse, bedeni de maymunun gönlünden daha aşağı olur!
Kaynak: Mesnevi
Yorumlar
Yorum Gönder